18 Aralık 2015 Cuma

Yürümek Güzeldir


Bugüne kadar gezdiğim yerlerin bazılarında yaptığım kısa yürüyüşlerden bir derleme, ilgili gezi yazıları da yakında gelecek.

13 Aralık 2015 Pazar

Yunanistan Gezisi - Bölüm 2 (Meteora)







Selanik'ten çıkalı 3 saat oldu, Trikala otogarına yanaşıyoruz. Burada Kalambaka'ya giden otobüsü bulmam gerekiyor, fakat otobüsten inince ilk iş bir sonraki durağım olan Atina'ya Trikala'dan hangi saatlerde otobüs olduğunu öğrenmek, ve gişede cama iliştirilmiş bu listeyi buluyorum.



Latin alfabesi kullanılmamış olsa da Yunanistan'da geçirdiğim 3-4 günde yunan alfabesini büyük ölçüde çözdüm, bunda yıllar süren öğrenim hayatımda aklımda kalan matematik formüllerinin etkisi büyük tabii ki.

Selanik'ten 3 saatlik yolu minibüsümsü bir otobüste gelip, 20 dakikalık mesafedeki Kalambaka'ya 50 kişilik büyük bir otobüste gitmek biraz ilginç geliyor. Selanik'ten çıkmadan önce booking'ten 12 euro'ya (evet yazıyla oniki) rezervasyon yaptırdığım Hotel King'in önünde iniyorum, otel gayet şirin bir otel, 40lı yaşlarında bir çift ve kızları birlikte işletiyor. Burada bir gece kalıp Meteora'yı gezdikten sonra Atina'ya geçmeyi planlıyorum.
Oda da tek kişi için gayet konforlu, yalnız pencereleri yerle aynı hizada olduğu için biraz sıkıntı veriyor.

 Penceremden görünen bu sarp kayalıklara bakıp barındırdığı manastırları düşününce insan gerçekten heyecanlanıyor.

Meteora'da bu sarp kayalıkların üzerinde nasıl inşa edildiklerini hala aklımın almadığı onlarca manastır mevcut, zaten Meteora'nın kelime anlamı da yunancada "göğün ortasında" ya da "havada asılı duran". Bu bölge Yunan ortadoks manastırlarına dahil en önemli ve en geniş kompleks. Burada 6 adet manastır halen faal ve ziyarete açık durumda. Bulundukları alan dimdik kumtaşı kayalarının oluşturduğu sütunlarla kaplı sanki başka bir dünyadaymışsınız havası veren gerçekten muhteşem bir yer.

Gün batmaya hazırlandığı için buraları ertesi gün gezeceğim, o yüzden hem bu küçük kasabayı biraz tanımak hem de yemek ihtiyacımı karşılamak için dışarıya çıkıyorum. Yolda kimi görsem sanki bekledikleri bir misafirleri gelmiş gibi selam verip hoşgeldin diyorlar, şaşırıyorum. Köy meydanına çıkıyorum ve bu kasabanın sıcaklığı sarıyor etrafımı.


Burda da tabii ki ilk icraatim bir yere oturup frappe içmek oluyor. Biraz daha dolaştktan ve güneşi bu kayaların ardına batırdıktan sonra meydanda bulunan ve çok yaratıcı bir isme sahip Meteora restorana oturuyorum. Selanik'te olmamıştı ama burada merakımı gidereceğim ve mousakka yani bizim patlıcan musakkadan sipariş veriyorum. Yanında da 500 ml'lik sürahilerle getirilen bir beyaz şarap.


Göründüğü üzere bizimkinden sunum olarak oldukça farklı, üzerinde beşamel sos ve rendelenmiş kaşar var ve gerçekten çok lezzetli, fiyatı da o zaman için gayet uygun bir fiyat, 7 euro, şarap ise 5 euro. Yanında gelen greek salad ikram.


Yemeğin üstüne de yine ikram olarak sulu ve şeker gibi bir kavun geldikten sonra keyfim gayet yerinde bence. İşte bu masada karar veriyorum burada bir gece daha fazladan kalmaya, ertesi günümü de bu huzurun ve sakinliğin içinde geçirmek istiyorum.

Sanırım tek başına gezmenin en güzel tarafı da bu, sadece kendi isteklerin doğrultusunda kararlar verebilmek, istediğin yerde istediğin kadar kalabilmek, istediğin yöne gidebilmek, özgürlük.

Kalambaka için bahsettiğim sakinlik kesinlikle sıkıcı bir sakinlik değil, isteyene eğlenebilecekleri cafe-bar tarzı mekanlar yeterli sayıda mevcut, ben de yemekten sonra biraz yürüyüp bir barda vakit geçirdikten sonra günümü sonlandırıyorum.

Ertesi gün erkenden kalkıyorum çünkü manastırları gezmenin ne kadar vakit alacağı hakkında pek fikrim yok. İlk işim resepsiyona gidip bir gece daha kalmak istediğimi söylemek, olur fakat 25 euro ödemelisin diyorlar, ilk gece booking'e özel indirimden yararlanmışım, biraz mırın kırın ettikten sonra üst katlarda balkonlu ve ön tarafa bakan bir odaya geçmek şartıyla kabul ediyorum.

Yukarıya Meteora bölgesine meydandan yarım saatte bir otobüsler kalkıyor, ücreti 50 cent ve manastırların en büyüğü olan Great Meteoron'a kadar götürüyor. Diğer manastırların isimleri Varlaam, Rousanou, St. Nicholas Anapusas, St Stephen ve Trinity. Benim niyetim Great Meteoron'dan başlayarak yayan bir şekilde (yaklaşık 20-25 km) akşama kadar hepsini dolaşmak.



Great Meteoron ismi gibi büyük, mutfakları kilerleri, hayatımda gördüğüm en ilginç mezar alanıyla bir köyü andırıyor. En çok ziyaret edilen manastır olması sebebiyle de devamlı kalabalık bir görüntüsü var.


Uzaktan bakınca da bu şekilde, hiç eksik olmayan tur otobüsleri ve otomobilller, ben yaya gezmeyi tercih ettiğim için park sorunum yok.


Bir manastır için olmazsa olmazlardan, şarap mahzeni


Ve bu da mezarlık bölümü (sanırım), daha çok kafatası koleksiyonu gibi, tam olarak ne olduğunu öğrenemediğim alanlardan birisi.




Bahçeye çıkınca muzaam bir manzarayla karşılaşıyor insanlar, dakikalarca durup seyredilesi. Bu yapıların bu kadar yüksekte ve bu kadar zor bir coğrafyada olmasının bilinen iki sebebi var, birincisi tanrıya olabildiğince yakın ve dünyanın maddiyatına olabildiğince uzak olmak, ikincisi ise gelebilecek saldırılara ve yağmacılara karşı korunaklı ve güvende olmak.

Birkaç kısa bilgi daha verdikten sonra geri kalan anlatımı fotoğraflara bırakmak istiyorum, çünkü sözler yetmeyebiliyor bazen.

Manastırlara ziyaretçilerin tek ulaşım yolu merdivenler, orada çalışan görevliler rahipler ve rahibelerse basit bir teleferik sistemiyle zevkli ve kolay bir şekilde inip çıkıyorlar. 6 manastırın iki tanesinde, St. Stephen ve Rousanou'da yalnızca rahibeler, diğer 4 tanesindeyse rahipler ikamet ediyor. Her manastırın açık olduğu günler ve açılış kapanış saatleri farklı, o yüzden gitmeden önce kontrol etmekte fayda var, yoksa benim gibi ölümle burun buruna gelebilirsiniz.

Kellari, yani kiler


Dünyada oturup kahve içilecek en güzel yer olabilir

Teleferik, içine tek kişi binebiliyor.

Bunlar da stajyer rahip ve rahibe sanırım

Yükseklik...

Bu da pek hoşumuza gitmese de normal karşılanması gereken, ama manastırda ne aradığını pek anlamadığım onlara göre bir kahramanlık tablosu.


Yunanistan'ın çoğu yerinde olduğu gibi burada da yol kenarlarında buna benzer dini simgeler içeren küçük yapılar var, önce durup dua etmek için koyulmuş cep kilisesi tarzı bişey sanmıştım ama sonra öğrendim ki bunlar trafik kazası vs gibi sebeplerle ölmüş insanların öldükleri yere dikiliyormuş, içlerinde de merhum ve merhumelere ait onların hatırasını yaşatacak fotoğraf kolye gibi şeyler var. O yüzdenmiş bunlara daha çok virajlı dağ yollarında rastlamam.

Manastırlar arasında yılan gibi kıvrılan bu yollarda yürüyorum, son bir manastır kaldı görmediğim ve suyum da bitti, hava da çok aşırı sıcak oldu, uzun bir yürüyüşün ardından son kalan Trinity manastırı görünüyor, merdivenlere yöneliyorum ama sanırım o sırada kafamdan buhar tütüyor olmalı, merdivenlerin başında çocuklu bir çift, kadın uzakdoğulu adam avrupalı bana hiç çıkma kapandı diyorlar, inanmak istemiyorum devam ediyorum, su bulmalıyım çünkü, güç bela yüzlerce merdiveni çıkıp kapıya geliyorum ama film sahnesi gibi o sırada kapı suratıma kapanıyor, elimle tutuyorum, görevli kapandık diyor, tamam kapatın ama su lazım bana diyorum, oralı olmuyor kilidi vuruyor kapıya...

Sonra oracıkta merdivene oturuyorum, bir sigara yakıp bu fotoğrafı çekiyorum. Sağdaki oyuk kısım geldiğim yol, uzakta görünen kasaba Kalampaka'nın komşu kasabası Kastraki, manzara biraz unutturuyor çektiğim çileyi, dinlenip geri inmeye başlıyorum merdivenleri. Geriye yola çıktığımda artık takatim bitmiş vaziyette, geri dönmek için vasıta bulmalıyım, o sırada yanımda bir araba duruyor, içinde merdivenlerde karşılaştığım aile, halimi görüp yardım etmek istiyorlar. Kadın japon, adam hollandalı, çocukları da annesine benzeyen 5 yaşlarında tatlı bir japon. Arabaya bindiğim gibi su istiyorum, meyve suyu veriyorlar, buna da şükür. Muhabbet ede ede beni otelimin önüne kadar bırakıyorlar, çok tatlı ve sempatik insanlar. Bu kadar uhrevi mekan dolaştıktan sonra karşıma böyle melek gibi bir ailenin çıkması da normal sanırım.

Kendimi hacı olmuş gibi hissederek odaya atıyorum, bir duş bütün yorgunluğumu alıyor.

Bu da yeni odamın manzarası, en azından yerden yüksekte.

Biraz odada vakit geçirip dinlendikten sonra akşam oluyor, dışarı çıkıyorum, bu kez yemek için daha salaş ve ucuz bir yer bulup kızarmış patates ve sosis yiyorum, eğer ki domuz etine karşı hassasiyetiniz varsa her gittiğiniz yerde mutlaka sorun, yoksa çoğu şeyde domuz etine rastlamak mümkün.

Yemekten sonra frappe faslını da geçtikten sonra meydanda bir hareketlilik seziyorum.

Halk konseri tarzı bir şey var, geçip oturuyorum, sanırım biraz erken geldim.

Zamanla meydan biraz daha doluyor ve güzel yunan müziklerini canlı canlı dinleyerek bu akşamı da sonlandırıyorum.

Otele gece dönüyorum ve otelin sahibi abimiz şarap teklif ediyor, otelin önüne oturup birlikte içiyoruz, sohbet ediyoruz. Ertesi gün Atina'ya gideceğimi ve henüz kalacak yer ayarlamadığımı söyleyince bir kağıda bir otel ismi ve adres yazıyor, sonra oraya telefon da ediyor benim için, sadece 20 euro'ya Atina'nın göbeğinde Omonia meydanında kalacağım. Teşekkür ederek odama çekiliyorum.

Ertesi gün öğlen 12'deki araçla Kalambaka'dan Trikala'ya, 13'te de Trikala'dan Atina'ya hareket ederek bu şirinler köyü kıvamındaki kasabayı da arkamda bırakıyorum...

23 Kasım 2015 Pazartesi

Yunanistan Gezisi - Bölüm 1 (İstanbul-Selanik)



Yeşil pasaportumu aldığım 2012 yılı itibariyle planladığım ilk gezim, belirli bir süre ve çok kesin bir rota belirlemediğim, ama kuzeyinden başlayıp güneyindeki adalardan birinde bitirmeyi düşündüğüm Yunanistan turu idi. Bunu yalnız başıma yada en fazla yanıma bir arkadaş daha bularak yapmak niyetindeydim ve nitekim şartlar tek başıma yapmamı gerektirdi, ki yalnız gezmenin verecek olduğu özgürlük duygusundan ötürü çok da üzüldüğümü söyleyemem bu duruma. Çünkü bu bir nevi kendi sınırlarımı öğrenmemi ve tek başıma neler yapabileceğimi görmemi sağlayacak bir fırsattı benim için. Kendimi ruhsal olarak bu seyahate hazırladıktan sonra fiziksel hazırlıkları halletmem gerekiyordu ve maksimum 15 gün olarak yaptığım plana uygun olacak şekilde 90 litrelik bir dağcı çantası, uzun süreler yürüyeceğimi hesaplayarak hafif ve yaz mevsimine uygun bir trekking ayakkabısı, çok ağırlık yapmayacak kıyafetler vs ile bu kısmı da hallettim ve Metro Turizm'in her gün İstanbul'dan Selanik'e giden seferinden kendime bir bilet aldım. Yola çıkmadan önce kafamda çizdiğim rota Selanik - Kalampaka (Meteora manastırları)- Atina ve oradan da son durak olarak haritaya parmak basma metoduyla seçeceğim bir adaya geçerek turu tamamlamaktı. Konaklama için kullandığım ve tavsiye edeceğim yöntemlerden birisi couchsurfing diğeri de booking.com. Couchsurfing'te o dönem yeni olduğum için çok verimli kullanamadım ama Selanik'teki ilk günümdeki konaklama sorunumu gitmeden önce yaptığım araştırmalar sırasında bir forumda tanıştığım ve bana verdiği bilgiler yetmezmiş gibi öğrenci evinin kapılarını da açmayı teklif eden bir Türk arkadaş vasıtasıyla hallettim ve ikinci günümü düşünmeden İstanbul'dan 21 temmuz gecesi saat 22:00'da otobüse binerek yola çıktım. İstanbul'dan Selanik yaklaşık 10 saat sürüyor ve genelde rahat bir yolculuk oluyor, sınırda kısa bir pasaport ve bagaj kontrolü, (bu kısalık göreceli, yunan polisi benim pasaportuma ve yüzüme dikkatlice baktıktan sonra welcome dedi geçirdi, ancak otobüste yanımda oturan rastalı saçlı ve salaş görünümüyle beni mest eden Japon kardeşi oldukça terlettiler, nerden geliyorsun nereye gidiyorsun neden geldin ne yapacaksın burada kime geldin??? sorularıyla, ki aynı durumun daha beterini bir sene sonra Dubai'de Arap görevliyle ben yaşayacaktım, Dubai yazısında bahsedeceğim bundan) ardından Yunan topraklarına giriş ve sırasıyla Aleksandrapouli, Komotini, Xanthi geçildikten sonra Kavala yakınlarında gün ağırırken bir mola, orada meşhur yunan frappesiyle tanışma ve yola devam ederek sabah 8 sularında Selanik'e varış.Vardıktan sonra beni misafir edecek arkadaşla olan buluşmama 2-3 saatlik bir süre olmasını kendimi rasgele yollara vurarak değerlendirdim ve kahvaltı için girdiğim ufak bir kafede ilk golü yedim, sonradan daha iyi farkedeceğim üzere Yunanistan'da çay kültürü sıfır, demleme çay diye birşey bilmiyorlar, varsa yoksa kahve özellikle de frappe. O kafede biraz ısrarla poşet çay içtikten sonra geri kalan yolculuğum boyunca tam bir frappe tiryakisi olacaktım, bunu henüz bilmiyordum. Oradan sonra da daha bildik bir mekan olması hasebiyle ve internet ihtiyacımı karşılamak ve telefon şarjı için bir Starbucks'a attım kendimi. Gitmeden önce uygun bir yurtdışı internet pakedi bulamadığım için mekanlarda siparişten önce soracak olduğum klasik sorunun ilkini de orada sormuş oldum, wifi şifresi nedir acaba? Bu arada akıllı telefon, eğer ki bir de yalnız geziyorsanız, gerçekten insanın eli ayağı oluyor. Bütün gezim boyunca neredeyse kimseye adres sormadan gideceğim yerleri bu sayede bulabildim.



Kaldığım evin bulunduğu Agii Anargiri mahallesi




















Birkaç yer bildirimi birkaç eş dostla selamlaşmadan sonra vaktimi doldurup, aldığım tariflerle bir belediye otobüsüne bindim ve konaklayacak olduğum Selanik'in en eski yerleşim yeri olan Agii Anargiri mahallesine attım kendimi. Yunanistan'da belediye otobüslerine istediğiniz kapıdan binebiliyorsunuz çünkü şoförün bilet kontrolü gibi bir görevi yok, bilet basmak tamamen sizin vicdanınıza ve arada bir yapılan kontrollere denkgelip gelmeme şansınıza bağlı (bilet fiyatları o dönem 80 cent idi). Bilet basmayan çok nadir insanla karşılaştım ki bunlardan bir tanesi bikaç kez aceleyle bilet almaya fırsatı olmayan bendenizdim.



Selanik'teki ilk günümde kaldığım öğrenci evi




















Konakladığım ev alışık olduğum türden tam bir öğrenci eviydi bu yüzden çok rahat ettim (ketçaplı makarnaya ve kahveye doydum)  Ev sahibim de rehberliğiyle yurtdışındaki ilk günümde elim ayağım oldu, yedirdi gezdirdi arkadaşlarıyla tanıştırdı, bu konuda hayli şanslıydım. Bir sonraki günü booking'ten 45 euro'ya ayırttığım merkezi konumdaki nispeten iyice bir otelde geçirdim.

Bu kocaman pizza dilimi sadece 80 cent, öğrenci işi


















Daha önce belirttiğim frappe tiryakiliğimin ilk adımlarını da bu günlerde attım çünkü her köşe başında bizdeki çay ocakları gibi frappe yapan küçük mekanlar mevcut, bir süre sonra kayıtsız kalamayıp hele de o sıcak havalarda durup durup frappe içmek istiyorsunuz.


Bir köşe başı frappecisinde kahvaltı

















Selanik'te caddeler ve yollar genelde birbirine paralel ve düzenli şekilde konumlanmış bir görüntüye sahip, Atina'da karşılaşacak olduğum karmaşa ve keşmekeşten burada eser yok, gayet sakin ve insana huzur veren bir yapısı var.
Agii'den şehre bakış,görünen surlar bu noktadan başlayarak sahile kadar düz bir şekilde uzanarak Beyaz Kule ile birleşiyor.




Yunanistan'ın olmazsa olmazı motorsikletler (solda 2. gün konakladığım otel görünüyor)


























Internetten bularak belirlediğim noktaları belediye otobüslerini kullanarak iki gün boyunca gezdim, buna Selanik'e gidiş amaçlarımdan birisi olan ve bir Beşiktaş taraftarı olarak kardeş takım kabul ettiğimiz Paok'un Toumba stadını gidip görmek de dahil.

Paok Toumba stadında bir adet kartal

Toumba Stadı


























Bunun yanında sayısız kafelerin yan yana dizildiği kordon boyu (İzmir'e benzetilmesinin nedenlerinden birisi), tavernaların bulunduğu ve güzel yemekler yiyip meşhur şaraplarından tadabileceğiniz Ladadika bölgesi (ben karışık ızgara yiyip beyaz Limni şarabı içmiştim, özellikle şarabı tavsiye ederim) hoşça vakit geçirebilecek ve Selaniklilerin sosyal hayatlarından kesitler görülebilecek yerler.

Kordon


Kordonda bir kafe (ne sipariş verirseniz verin önden bir bardak buzlu su ikram ediliyor, bira ile gelen cips vs ise yine ikram)
















Ladadika'daki tavernalar





















Burada dikkatimi çeken hususlardan birisi de her ne kadar kriz dönemi olsa da Yunanlıların sosyal aktivitelerinden ve eğlencelerinden ödün vermiyor oluşlarıydı, her ne olursa olsun evlerine kapanmayı çok seven bir toplum değiller. Eğlence mekanları da gün içinde genelde kapalı, çoğu gece saat 10-11 gibi açılıyor ve sabaha kadar açık  kalıyor. Bunun dışında özellikle öğleden sonra yani meşhur siesta saatlerinde açık bir market bulmak bile zor olabiliyor, uykularından da ödün vermiyorlar yani, o yüzden neden sık sık krize girdiklerini ve krizden çıkışlarının da kolay olmadığını anlamak zor değil.






Kordonun en başında sizi Selanik'in en meşhur yapılarından olan  Beyaz Kule karşılıyor, bu kule özellikle Osmanlı zamanında zindan olarak kullanılmış ve şehir Yunanlıların eline geçtikten sonra kuleyi bu kötü ününden bir nebze uzaklaştırabilmek için beyaza boyamışlar.

Beyaz Kule























Şehrin en eski yapılarından birisi de zamanında İstanbul'daki Ayasofya örnek alınarak inşa edilmiş olan ve Unesco'nun Dünya Mirası listesinde bulunan Hagia Sophia kilisesi, 8. yüz yıla dayanan bir geçmişi var.

Hagia Sophia Kilisesi














Selanik'in kalbi sayılan yer ise tabii ki Aristotale Meydanı, şehirde neredeyse bütün yollar buraya çıkıyor, yada bana öyle geldi ama gerçekten çok kez gezerken dönüp dolaşıp kendimi bu meydanda buldum, meydanın bir köşesinde de buraya adını veren Aristotale'nin bir heykeli bulunuyor.
Aristotale Meydanı














Bir diğer meydan da genelde gençler tarafından buluşma noktası olarak kullanılan ve oturup elinizde frappe ile boş boş geleni geçeni seyredebileceğiniz Kamara Meydanı, burası daha az turistik ve daha çok romanlara ve lokal insanlara rastlayabileceğiniz bir bölge.

Kamara Meydanı



















Ve tabii ki bizim için Selanik'e anlam katan en önemli yapı olan Atatürk'ün Evi, benim şansıma o günlerde tadilattaydı ve sadece dışından görebilme fırsatım oldu.

O dönem tadilatta olan Atatürk'ün doğduğu ev









Selanik'te insanlar çok rahat özgür ve sıcak kanlı. Yunanistan'ın genelinde olduğu gibi burada da her yerde her mekanda her işte rahatça çalışan kadınları görmek mümkün, sınırın hemen öbür tarafında kadınların yaşadığı bu sınırsız özgürlüğü ve özgüveni görünce ülkemin bahtsız ve çilekeş kadınları için üzülmedim desem yalan olur, gerçekten birbirimize fiziken bu kadar yakın, ama zihniyet olarak bu kadar uzak olmak üzücü. Ayrıca sokaklarda neredeyse hiç polis görmek mümkün değil, ben de Atamızın evinin önünde güvenlik amacıyla bekleyen bir grup polis dışında hiç görmedim, insanların söylediğine göre orada çok da sevilen bir meslek grubu olmadıkları için toplumsal olaylar dışında fazla göz önünde olmuyorlarmış, tam tersi şekilde de din adamlarına çok aşırı bir saygı ve ihtimam var, yolda dini kıyafetleriyle yürüyen görevlileri ve onların önünü kesip ellerini öpüp yollarına devam eden insanları sıklıkla görebilirsiniz.














Selanik'te dolu dolu geçirdiğim iki günün ardından yine belediye otobüsüne binerek otobüs terminaline ulaştım, ki bir sonraki durağım olan ve manastırlarıyla meşhur Meteora bölgesini içinde barındıran Kalampaka kasabasına ulaşım için tren yerine otobüs kullanmayı tercih etmiştim. Yunanistan otobüs işletmeciliği ve ulaşım konusunda bizim sahip olduğumuz imkanlar ve çeşitlilikten oldukça uzak, otogara vardığınızda sizi farklı farklı firmaların tabelaları yerine sadece gitmek istediğiniz şehirlerin isimlerini yazan gişeler karşılıyor, anladığım kadarıyla şehirler arası ulaşım belediyelerin yada devletin tekelinde ve her yöne sadece bir otobüs gidiyor. Kalampaka'ya direkt otobüs olmadığı için yakınlarında bulunan Trikala'ya giden otobüsten saat 14:00 için bilet aldım, oradan aktarmayla devam edecektim. Otobüsler de midibüsten hallice yaklaşık 30 kişilik araçlar ve öyle ikram vs de olmadığı için tedarikli binmenizi tavsiye ederim. Selanik'i güzel anılarla ve iyi bir izlenimle arkamda bırakarak yaklaşık 3 saat sürecek olan Trikala yolculuğuma başlıyorum...

Selanik Otobüs Terminali