13 Aralık 2015 Pazar

Yunanistan Gezisi - Bölüm 2 (Meteora)







Selanik'ten çıkalı 3 saat oldu, Trikala otogarına yanaşıyoruz. Burada Kalambaka'ya giden otobüsü bulmam gerekiyor, fakat otobüsten inince ilk iş bir sonraki durağım olan Atina'ya Trikala'dan hangi saatlerde otobüs olduğunu öğrenmek, ve gişede cama iliştirilmiş bu listeyi buluyorum.



Latin alfabesi kullanılmamış olsa da Yunanistan'da geçirdiğim 3-4 günde yunan alfabesini büyük ölçüde çözdüm, bunda yıllar süren öğrenim hayatımda aklımda kalan matematik formüllerinin etkisi büyük tabii ki.

Selanik'ten 3 saatlik yolu minibüsümsü bir otobüste gelip, 20 dakikalık mesafedeki Kalambaka'ya 50 kişilik büyük bir otobüste gitmek biraz ilginç geliyor. Selanik'ten çıkmadan önce booking'ten 12 euro'ya (evet yazıyla oniki) rezervasyon yaptırdığım Hotel King'in önünde iniyorum, otel gayet şirin bir otel, 40lı yaşlarında bir çift ve kızları birlikte işletiyor. Burada bir gece kalıp Meteora'yı gezdikten sonra Atina'ya geçmeyi planlıyorum.
Oda da tek kişi için gayet konforlu, yalnız pencereleri yerle aynı hizada olduğu için biraz sıkıntı veriyor.

 Penceremden görünen bu sarp kayalıklara bakıp barındırdığı manastırları düşününce insan gerçekten heyecanlanıyor.

Meteora'da bu sarp kayalıkların üzerinde nasıl inşa edildiklerini hala aklımın almadığı onlarca manastır mevcut, zaten Meteora'nın kelime anlamı da yunancada "göğün ortasında" ya da "havada asılı duran". Bu bölge Yunan ortadoks manastırlarına dahil en önemli ve en geniş kompleks. Burada 6 adet manastır halen faal ve ziyarete açık durumda. Bulundukları alan dimdik kumtaşı kayalarının oluşturduğu sütunlarla kaplı sanki başka bir dünyadaymışsınız havası veren gerçekten muhteşem bir yer.

Gün batmaya hazırlandığı için buraları ertesi gün gezeceğim, o yüzden hem bu küçük kasabayı biraz tanımak hem de yemek ihtiyacımı karşılamak için dışarıya çıkıyorum. Yolda kimi görsem sanki bekledikleri bir misafirleri gelmiş gibi selam verip hoşgeldin diyorlar, şaşırıyorum. Köy meydanına çıkıyorum ve bu kasabanın sıcaklığı sarıyor etrafımı.


Burda da tabii ki ilk icraatim bir yere oturup frappe içmek oluyor. Biraz daha dolaştktan ve güneşi bu kayaların ardına batırdıktan sonra meydanda bulunan ve çok yaratıcı bir isme sahip Meteora restorana oturuyorum. Selanik'te olmamıştı ama burada merakımı gidereceğim ve mousakka yani bizim patlıcan musakkadan sipariş veriyorum. Yanında da 500 ml'lik sürahilerle getirilen bir beyaz şarap.


Göründüğü üzere bizimkinden sunum olarak oldukça farklı, üzerinde beşamel sos ve rendelenmiş kaşar var ve gerçekten çok lezzetli, fiyatı da o zaman için gayet uygun bir fiyat, 7 euro, şarap ise 5 euro. Yanında gelen greek salad ikram.


Yemeğin üstüne de yine ikram olarak sulu ve şeker gibi bir kavun geldikten sonra keyfim gayet yerinde bence. İşte bu masada karar veriyorum burada bir gece daha fazladan kalmaya, ertesi günümü de bu huzurun ve sakinliğin içinde geçirmek istiyorum.

Sanırım tek başına gezmenin en güzel tarafı da bu, sadece kendi isteklerin doğrultusunda kararlar verebilmek, istediğin yerde istediğin kadar kalabilmek, istediğin yöne gidebilmek, özgürlük.

Kalambaka için bahsettiğim sakinlik kesinlikle sıkıcı bir sakinlik değil, isteyene eğlenebilecekleri cafe-bar tarzı mekanlar yeterli sayıda mevcut, ben de yemekten sonra biraz yürüyüp bir barda vakit geçirdikten sonra günümü sonlandırıyorum.

Ertesi gün erkenden kalkıyorum çünkü manastırları gezmenin ne kadar vakit alacağı hakkında pek fikrim yok. İlk işim resepsiyona gidip bir gece daha kalmak istediğimi söylemek, olur fakat 25 euro ödemelisin diyorlar, ilk gece booking'e özel indirimden yararlanmışım, biraz mırın kırın ettikten sonra üst katlarda balkonlu ve ön tarafa bakan bir odaya geçmek şartıyla kabul ediyorum.

Yukarıya Meteora bölgesine meydandan yarım saatte bir otobüsler kalkıyor, ücreti 50 cent ve manastırların en büyüğü olan Great Meteoron'a kadar götürüyor. Diğer manastırların isimleri Varlaam, Rousanou, St. Nicholas Anapusas, St Stephen ve Trinity. Benim niyetim Great Meteoron'dan başlayarak yayan bir şekilde (yaklaşık 20-25 km) akşama kadar hepsini dolaşmak.



Great Meteoron ismi gibi büyük, mutfakları kilerleri, hayatımda gördüğüm en ilginç mezar alanıyla bir köyü andırıyor. En çok ziyaret edilen manastır olması sebebiyle de devamlı kalabalık bir görüntüsü var.


Uzaktan bakınca da bu şekilde, hiç eksik olmayan tur otobüsleri ve otomobilller, ben yaya gezmeyi tercih ettiğim için park sorunum yok.


Bir manastır için olmazsa olmazlardan, şarap mahzeni


Ve bu da mezarlık bölümü (sanırım), daha çok kafatası koleksiyonu gibi, tam olarak ne olduğunu öğrenemediğim alanlardan birisi.




Bahçeye çıkınca muzaam bir manzarayla karşılaşıyor insanlar, dakikalarca durup seyredilesi. Bu yapıların bu kadar yüksekte ve bu kadar zor bir coğrafyada olmasının bilinen iki sebebi var, birincisi tanrıya olabildiğince yakın ve dünyanın maddiyatına olabildiğince uzak olmak, ikincisi ise gelebilecek saldırılara ve yağmacılara karşı korunaklı ve güvende olmak.

Birkaç kısa bilgi daha verdikten sonra geri kalan anlatımı fotoğraflara bırakmak istiyorum, çünkü sözler yetmeyebiliyor bazen.

Manastırlara ziyaretçilerin tek ulaşım yolu merdivenler, orada çalışan görevliler rahipler ve rahibelerse basit bir teleferik sistemiyle zevkli ve kolay bir şekilde inip çıkıyorlar. 6 manastırın iki tanesinde, St. Stephen ve Rousanou'da yalnızca rahibeler, diğer 4 tanesindeyse rahipler ikamet ediyor. Her manastırın açık olduğu günler ve açılış kapanış saatleri farklı, o yüzden gitmeden önce kontrol etmekte fayda var, yoksa benim gibi ölümle burun buruna gelebilirsiniz.

Kellari, yani kiler


Dünyada oturup kahve içilecek en güzel yer olabilir

Teleferik, içine tek kişi binebiliyor.

Bunlar da stajyer rahip ve rahibe sanırım

Yükseklik...

Bu da pek hoşumuza gitmese de normal karşılanması gereken, ama manastırda ne aradığını pek anlamadığım onlara göre bir kahramanlık tablosu.


Yunanistan'ın çoğu yerinde olduğu gibi burada da yol kenarlarında buna benzer dini simgeler içeren küçük yapılar var, önce durup dua etmek için koyulmuş cep kilisesi tarzı bişey sanmıştım ama sonra öğrendim ki bunlar trafik kazası vs gibi sebeplerle ölmüş insanların öldükleri yere dikiliyormuş, içlerinde de merhum ve merhumelere ait onların hatırasını yaşatacak fotoğraf kolye gibi şeyler var. O yüzdenmiş bunlara daha çok virajlı dağ yollarında rastlamam.

Manastırlar arasında yılan gibi kıvrılan bu yollarda yürüyorum, son bir manastır kaldı görmediğim ve suyum da bitti, hava da çok aşırı sıcak oldu, uzun bir yürüyüşün ardından son kalan Trinity manastırı görünüyor, merdivenlere yöneliyorum ama sanırım o sırada kafamdan buhar tütüyor olmalı, merdivenlerin başında çocuklu bir çift, kadın uzakdoğulu adam avrupalı bana hiç çıkma kapandı diyorlar, inanmak istemiyorum devam ediyorum, su bulmalıyım çünkü, güç bela yüzlerce merdiveni çıkıp kapıya geliyorum ama film sahnesi gibi o sırada kapı suratıma kapanıyor, elimle tutuyorum, görevli kapandık diyor, tamam kapatın ama su lazım bana diyorum, oralı olmuyor kilidi vuruyor kapıya...

Sonra oracıkta merdivene oturuyorum, bir sigara yakıp bu fotoğrafı çekiyorum. Sağdaki oyuk kısım geldiğim yol, uzakta görünen kasaba Kalampaka'nın komşu kasabası Kastraki, manzara biraz unutturuyor çektiğim çileyi, dinlenip geri inmeye başlıyorum merdivenleri. Geriye yola çıktığımda artık takatim bitmiş vaziyette, geri dönmek için vasıta bulmalıyım, o sırada yanımda bir araba duruyor, içinde merdivenlerde karşılaştığım aile, halimi görüp yardım etmek istiyorlar. Kadın japon, adam hollandalı, çocukları da annesine benzeyen 5 yaşlarında tatlı bir japon. Arabaya bindiğim gibi su istiyorum, meyve suyu veriyorlar, buna da şükür. Muhabbet ede ede beni otelimin önüne kadar bırakıyorlar, çok tatlı ve sempatik insanlar. Bu kadar uhrevi mekan dolaştıktan sonra karşıma böyle melek gibi bir ailenin çıkması da normal sanırım.

Kendimi hacı olmuş gibi hissederek odaya atıyorum, bir duş bütün yorgunluğumu alıyor.

Bu da yeni odamın manzarası, en azından yerden yüksekte.

Biraz odada vakit geçirip dinlendikten sonra akşam oluyor, dışarı çıkıyorum, bu kez yemek için daha salaş ve ucuz bir yer bulup kızarmış patates ve sosis yiyorum, eğer ki domuz etine karşı hassasiyetiniz varsa her gittiğiniz yerde mutlaka sorun, yoksa çoğu şeyde domuz etine rastlamak mümkün.

Yemekten sonra frappe faslını da geçtikten sonra meydanda bir hareketlilik seziyorum.

Halk konseri tarzı bir şey var, geçip oturuyorum, sanırım biraz erken geldim.

Zamanla meydan biraz daha doluyor ve güzel yunan müziklerini canlı canlı dinleyerek bu akşamı da sonlandırıyorum.

Otele gece dönüyorum ve otelin sahibi abimiz şarap teklif ediyor, otelin önüne oturup birlikte içiyoruz, sohbet ediyoruz. Ertesi gün Atina'ya gideceğimi ve henüz kalacak yer ayarlamadığımı söyleyince bir kağıda bir otel ismi ve adres yazıyor, sonra oraya telefon da ediyor benim için, sadece 20 euro'ya Atina'nın göbeğinde Omonia meydanında kalacağım. Teşekkür ederek odama çekiliyorum.

Ertesi gün öğlen 12'deki araçla Kalambaka'dan Trikala'ya, 13'te de Trikala'dan Atina'ya hareket ederek bu şirinler köyü kıvamındaki kasabayı da arkamda bırakıyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder